Daha adım atmadan içimde beliren his, “başım gözüm üstüne” diyen bir halkın sıcaklığıydı. O söz var ya…
Sanki “iyiki geldin”, “sen kıymetlisin”, “seni ağırlamak bize şeref” demek.
Diyarbakır’a girer girmez bu sözün gerçeğe dönüşmüş hâlini adeta her köşe başında hissettim.

Türkiye… benim güzel Anadolu’m. Güzel ülkem; Her şehrin başka bir yüzü var ama Diyarbakır’ın yüzü hem tarih, hem kültür, hem insan sıcaklığıyla yoğrulmuş başka bir hikâye.
Diyarbakır Surları: Şehrin Kara Taşlı Hafızası
Diyarbakır’ın surları ilk karşılaşma anında insanın içine işliyor.

Siyah bazalt taşlardan yükselen dev duvarlar…
Binlerce yıllık bir hafıza…
Surlara elimi koyduğum anda soğuk taşın içinde saklı sıcak bir geçmiş varmış gibi hissettim.
Her burçtan başka bir çağ, her kapıdan başka bir hikâye çıkıyor karşınıza.
Hele ki güneş surlara vurduğunda, taşlar bir anda canlı bir organizma gibi parlıyor gibi geldi bana Ahh dedi yüzyıllardır neler gördüm? Ne ahh lar duydum ? Ne ağıtlar ne kahkahalar ? Kimler kimler geldi geçti ? Ne uygarlıklar ne efsanelere şahit oldum? Anlatsam bu sütunlar dile gelse söylese …

Hz. Süleyman Camii: Sessizliğin Dili
Surların hemen içinde, kendine özgü bir dinginlik taşıyan Hz. Süleyman Camii…
Diyarbakır’ın en özel noktalarından biri.
Avlusuna girer girmez bir hafiflik çöküyor insana.
Taşların arasında sessiz bir tarih dolaşıyor, rüzgâr bile burada daha yumuşak esiyor.

27 sahabenin burada yatıyor olması mekânın maneviyatını daha da derin bir hâle getiriyor.
Bir süre oturup sadece sessizliği dinledim; insanı hem hüzünlendiren hem de huzur veren bir yer burası.
Bir sen dua ediyorsun birde sana dua ediliyor . Elinde kitaplarla gel bir dua okuyayım diyen ablalar teyzeler… Bende nasiplendim diyebilirim Allah kabul etsin bir abla okudu üfledi ohh çok iyi geldi.
Camilerin Yanı Başında Kiliseler: Diyarbakır’ın Çok Kültürlü Ruhu
Diyarbakır’ı gezerken fark ettiğim en güzel şeylerden biri:
Camilerle kiliselerin yan yana, aynı sokağın sesi olarak var olması…

Meryem Ana Kilisesi’nin taş dokusu
Mar Petyun Kilisesi’nin alçak gönüllü avlusu
Ve hemen yakınlarında yükselen cami minareleri…
Bu şehir binlerce yıldır farklı kültürleri aynı toprağın üzerinde misafir etmiş.
Birbirine karışmadan, birbirini incitmeden…
İşte bu yüzden Diyarbakır’ın ruhu güçlü.
Dört Ayaklı Minare: Taşların Üzerindeki Dua
Diyarbakır sokaklarında dolaşırken birden karşınıza çıkan bir yapı var: Dört Ayaklı Minare.
Sanki yeryüzüyle gökyüzü arasında asılı kalmış gibi duran o dört sütun…
Minarenin altında yürürken bir dilek tutmanın gelenek olduğunu söylediler.
Ben de adımlarımı yavaşlatıp o taşların arasından geçtim.
Belki de bu şehrin bütün tarihi, bütün duası, bütün güzelliği o dört ayağın arasındaki boşlukta saklıdır… kim bilir?
Kırklar Dağı: Masalların, Aşkların, Efsanelerin Zirvesi
Kırklar Dağı’nın hikâyesi zaten başlı başına bir masal.
Rivayet odur ki; burada kırk ermiş yaşarmış ve şehri kötülükten korurlarmış.
Aşıkların kavuşamadığı, duaların gökyüzüne en hızlı ulaştığı yer olarak anlatılırmış.
Rüzgârı serttir ama dokunuşu yumuşaktır.
Dağa baktığınızda manzarayı görünce anlıyorsunuz neden efsanelere konu olduğunu…
Bir tarafınızda Dicle kıpır kıpır akıyor, diğer tarafınızda surlar siyaha çalan bir ihtişamla yükseliyor.
Rüzgâr saçlarınızı savururken bir anda fark ediyorsunuz:
Bu şehir sadece görülen bir şehir değil…
Hissedilen bir şehir.
On Gözlü Köprü: Davul–Zurnanın Sulara Karıştığı Anlar
Ve işte Diyarbakır’ın en fotojenik, en hareketli, en canlı yerlerinden biri:
On Gözlü Köprü.
Dicle’nin üzerinde asırlardır duran bu köprüye çıktığımda, taşların sıcaklığını, suyun sesini ve insan kalabalığının enerjisini bir arada hissettim. Bir anda davul–zurna sesleri yükseldi.
Ritim hızlandı, nehir kıpırdadı sanki. Bir grup genç halaya durdu.

Mutlu bir an bir huzur yaşandı.
Ritimle tutuştuğumuz eller dostlukla ayrıldı
O an köprünün taşları bile sanki titreşti.
Bense köprünün ortasında durup hem manzarayı hem müziği hem de halkın neşesini içime çektim. Diyarbakır’da halay çekmek bir eğlence değil; Bir yaşam sevinci, bir birlik hissi.
Diyarbakır Mutfağı: Ciğerin Dumanı, Kaburganın Kokusu
Diyarbakır demek zaten lezzet demek.
Ve mutfağın kalbi sabah ciğeri.
Bir şehrin sabahı ciğerle başlar mı?
Diyarbakır’da başlıyor.
Başlamazsa eksik kalıyor.Akşam saatlerine kadar devam ediyor geç saatlerde bile hala ciğer yenebiliyor. Dumanı tüten mangallar, ince doğranmış maydanoz, sumak, közlenmiş biber…
Her lokma bir gelenek sanki.
Ardından kaburga dolması, meftune, içli köfte, burma kadayıf…
Ve sokakta bardağa takır takır doldurulan meyan şerbeti.
Bu mutfak sadece yemek değil;
Bir tarih, bir kimlik.
İnsanıyla Güzel Şehir
Diyarbakır’da en etkileyen şey ne surlar, ne köşkler, ne de manzaralar oldu…
Beni en çok etkileyen insandı.
Güler yüzlü, samimi, misafirini baş tacı yapan insanlar.
Her kapıda ayrı bir sıcaklık, her sohbette ayrı bir incelik…
“Başım gözüm üstüne” derken bir söz söylemiyorlar aslında;
Seni gerçekten baş üstünde ağırlıyorlar.
Diyarbakır, artık benim için bir gezi değil; Bir his, bir karşılık, bir iz.
