Türkiye’nin genç nüfusu, hem bir fırsat hem de bir kriz kaynağı haline gelmiş durumda. Resmi verilere göre, 15-24 yaş arası yaklaşık 5 milyon genç ne istihdam edilmiş ne de aktif olarak iş arıyor. Gençler, eğitimlerini tamamladıktan sonra ya da yarıda bırakarak, iş gücüne katılmak yerine evlerinde oturmayı tercih ediyorlar. Peki, neden? Cevap basit gibi görünüyor: Bir yanda düşük maaşlı, ağır işler; diğer yanda sosyal medyanın sunduğu “kolay para” vaadi. Bu ikilem, sadece bireysel bir tercih meselesi değil, aynı zamanda ülkenin ekonomik geleceğini tehdit eden bir toplumsal sorun.
Öncelikle, genç işsizliğin boyutlarını anlamak lazım. TÜİK’in 2025 yılı verilerine göre, genç işsizlik oranı yüzde 15,4’leri aşmış durumda. Asıl vahim olan, “umutsuz gençler” kategorisi: Çalışmayan ve iş aramayan milyonlar. Bu gençlerin büyük kısmı, üniversite mezunu veya lise terk. Eğitim sistemimizin yetersizliği burada devreye giriyor. Gençler, okullarda aldıkları teorik bilgilerle gerçek iş dünyasına hazırlanmıyor. Mezun olduklarında karşılaştıkları manzara: Asgari ücret civarında maaşlar, uzun çalışma saatleri ve sosyal güvencesiz işler. Örneğin, inşaat, tarım, tekstil gibi sektörlerde eleman açığı had safhada. İşverenler, “Eleman bulamıyoruz” diye feryat ediyor. Neden mi? Çünkü gençler, bu işleri “ağır” buluyor. Sabahın köründe kalkıp akşam geç saatlere kadar çalışmak, fiziksel yorgunluk, düşük ücret… Kim ister ki?
Karşı tarafta ise sosyal medya platformları var. Bu platformlar, gençlerle dolu. Sabah kalktıklarında telefonlarına sarılan gençler, influencer’ların lüks hayatlarını izliyor. Bir video çekip milyonlar kazanmak, sponsorluk anlaşmaları yapmak, affiliate marketing üzerinden pasif gelir elde etmek… Bunlar, gerçek hayattaki işlerden çok daha cazip geliyor. Araştırmalara göre, Türkiye’de 15-24 yaş arası gençlerin yüzde 70’i günde en az 4 saatini sosyal medyada geçiriyor. Bu süre, iş arama veya beceri geliştirme için harcanan zamandan katbekat fazla. Sosyal medya, adeta bir “hayal fabrikası” haline gelmiş. Gençler, “Ben de influencer olurum, kolay para kazanırım” diye düşünüyor. Ancak gerçekler acı: Bu platformlarda başarılı olmak, binlerce saat emek, yaratıcılık ve şans gerektiriyor. Yüzde 1’lik bir kesim zengin olurken, kalan yüzde 99’u hayal kırıklığı yaşıyor.
Bu durumun kökleri, ekonomik yapımıza dayanıyor. Türkiye, orta gelir tuzağında debelenen bir ülke. Yüksek enflasyon, döviz kurları ve işsizlik, gençleri umutsuzluğa sürüklüyor. Pandemi sonrası dönemde, uzaktan çalışma ve dijital iş modelleri artarken, geleneksel sektörler geride kaldı. Örneğin, gastronomi sektörü eleman arıyor ama nitelikli personel bulamıyor. Otomotiv, lojistik, sağlık gibi sektörlerde de benzer sorunlar var. İşverenler, “Maaşları az buluyorlar” diyor. Haklılar mı? Asgari ücretin alım gücü her geçen gün erirken, ev kiraları, gıda fiyatları uçmuşken, gençler neden düşük maaşlı bir işte ömür tüketsin? Ancak bu, bir kısır döngü yaratıyor: Sektörler eleman bulamayınca verimlilik düşüyor, ekonomi yavaşlıyor.
Sosyal medyanın rolü burada kritik. Platformlar, algoritmalarıyla gençleri “kolay başarı” hikayelerine maruz bırakıyor. Bir genç, arkadaşının Instagram’da paylaştığı lüks arabayı görüyor ve “Ben neden yapmayayım?” diyor. Ancak arkasında yatan emek, yatırım ve riskler gizleniyor. Türkiye’de sosyal medya üzerinden para kazananların sayısı artsa da, bu sürdürülebilir bir model değil. Vergi kaçakçılığı, sahte takipçiler, platform politikaları… Hepsi birer tuzak. Üstelik, bu bağımlılık ruh sağlığını bozuyor. Depresyon, anksiyete ve sosyal izolasyon, gençler arasında yaygınlaşıyor. Araştırmalar gösteriyor ki, aşırı sosyal medya kullanımı, motivasyonu düşürüyor ve gerçek hayattaki sorumluluklardan kaçışı teşvik ediyor.
Peki, çözüm ne? Öncelikle, eğitim sistemini revize etmek lazım. Mesleki eğitim, dijital beceriler ve girişimcilik dersleri zorunlu hale getirilmeli. Gençler, okuldan mezun olur olmaz iş dünyasına hazır olmalı. Hükümet, genç istihdamını teşvik için vergi indirimleri, maaş destekleri sunabilir. Örneğin, Avrupa Birliği’nin benzer programları gibi, gençlere staj fırsatları ve mentorluk sağlanabilir. İşverenler de sorumluluk almalı: Maaşları yükseltmek, çalışma koşullarını iyileştirmek, esnek saatler sunmak. Sosyal medya platformları ise, sorumlu içerik politikalarıyla “gerçekçi” hikayeleri öne çıkarmalı. Influencer’lar, başarılarının arkasındaki zorlukları anlatmalı.
Ailelere de büyük iş düşüyor. Gençleri sosyal medyadan uzaklaştırmak yerine, dengeli kullanım öğretmek lazım. “Kolay para” hayali yerine, uzun vadeli kariyer planları teşvik edilmeli. Toplum olarak, gençleri yargılamak yerine anlamalıyız. Onlar, bizim geleceğimiz. Eğer bu 5 milyon genci harekete geçirirsek, Türkiye’nin ekonomisi sıçrama yapar. Aksi takdirde, sosyal medya balonu patladığında, daha büyük bir krizle karşı karşıya kalacağız.