Birgül Erdoğan
Köşe Yazarı
Birgül Erdoğan
 

Batman’da Bir Rüya: Bağbozumu, Tarih ve Dicle’nin kalbinde bir yolculuk

Bu kez rotam, Anadolu’nun en kadim şehirlerinden birine, Batman’a düştü. Gercüş’te düzenlenen Bağbozumu Festivali, bu yolculuğun bahanesi gibiydi ama aslında yol beni çok daha fazlasına götürdü; tarihin kalbine, medeniyetlerin katman katman biriktiği topraklara… Gercüş, bereketin şehri. Üzüm bağlarının arasından geçerken güneşin ışığı salkımlara vuruyor, toprak kokusu insanın içine işliyor. Festival alanında kadınların hazırladığı yöresel lezzetler, üzüm şerbetleri, pestiller, gözlemeler… Her birinde emek, her birinde Anadolu’nun sıcaklığı var. Bu küçük kasaba, bağbozumunu sadece bir tarım etkinliği değil, bir kültür şöleni haline getirmiş. Festivale katıldıktan sonra, rotamızı Mor Kuryakos Kilisesi’ne çevirdik. Gercüş’ün köylerinden birinde, sessiz bir tepenin yamacında duran bu tarihi yapı, yeni restore edilmiş haliyle adeta yeniden nefes alıyor. Taş duvarlarının arasında dolaşırken, hem geçmişin hem bugünün huzuru birbirine karışıyor. Mor Kuryakos, yalnızca bir ibadethane değil, farklı inançların yüzyıllardır aynı gökyüzü altında nasıl bir arada yaşadığının da sembolü. Ve elbette Batman denince akla gelen o görkemli yapı: Malabadi Köprüsü. İki şehrin —Diyarbakır ve Batman’ın— adeta “bizim” diye sahiplendiği, ama aslında ikisine de ait olan o muhteşem taş köprü… 12. yüzyıldan beri Dicle’nin üzerinde dimdik duruyor. Köprünün kemerine baktığınızda insan eliyle yapılmış bir mucizeyi izliyorsunuz. Sanki taşlar değil, zaman birbirine kenetlenmiş gibi. Gün batımında, köprüye vuran kızıl ışıkta Dicle bir ayna gibi parlıyor; insan ister istemez sessizleşiyor. Bir sonraki durak Hasankeyf Tarihin tam ortasında, 12.000 yıllık bir medeniyetin kalıntılarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Taşınan eserler, Hasankeyf Müzesinin bahçesinde özenle sergileniyor; bu taşınma süreci başlı başına bir mühendislik başarısı. Eski şehir sular altında kalmadan önce, Zeynel Bey Türbesi gibi önemli yapılar tek parça halinde dev platformlar üzerinde yeni yerine taşınmış. Her biri, “kurtarılan bir tarih” gibi duruyor orada. Hasankeyf’te bir tekne turu yaptık. Dicle’nin serin sularında süzülürken, sular altında kalan eski yerleşimin siluetleri suyun yüzeyinde beliren gölgeler gibi bize eşlik etti. Tekne kıyıya yanaştığında kaleye doğru tırmandık. Yukarıdan baktığınızda, bir zamanlar kralların yürüdüğü büyük saray, camiler, konaklar, ve bir ömrü taşlara işlemiş ustaların emeği gözlerinizin önünde canlanıyor. Her basamakta bir çağ, her taşta bir hikâye var Bu yolculuk benim için sadece bir gezi değildi; bir zamanda yolculuktu. Her adımda Anadolu’nun ne kadar zengin, derin ve kadim bir kültüre sahip olduğunu bir kez daha hissettim. Batman; üzüm kokusuyla, taş mimarisiyle, insanlarının içtenliğiyle, Dicle’nin o dingin akışıyla, bambaşka bir ruh taşıyor. Kısacası; Bu şehir, yalnızca gezilecek bir yer değil, hissedilecek bir yer. Türkiye’nin kalbinde, medeniyetlerin izlerini taşıyan nadide bir mücevher. Bir köşe yazarı, bir gezgin, bir lezzet meraklısı olarak içtenlikle söylüyorum: Batman, her yönüyle görülmeye, yaşanmaya, anlatılmaya değer. Onlarca medeniyetin izlerini taşıyan, 12.000 yıllık bir tarihin sessiz tanığını Batman‘ı Hasankeyf’i siz de görün.
Ekleme Tarihi: 29 Ekim 2025 -Çarşamba
Birgül Erdoğan

Batman’da Bir Rüya: Bağbozumu, Tarih ve Dicle’nin kalbinde bir yolculuk

Bu kez rotam, Anadolu’nun en kadim şehirlerinden birine, Batman’a düştü. Gercüş’te düzenlenen Bağbozumu Festivali, bu yolculuğun bahanesi gibiydi ama aslında yol beni çok daha fazlasına götürdü; tarihin kalbine, medeniyetlerin katman katman biriktiği topraklara…

Gercüş, bereketin şehri. Üzüm bağlarının arasından geçerken güneşin ışığı salkımlara vuruyor, toprak kokusu insanın içine işliyor. Festival alanında kadınların hazırladığı yöresel lezzetler, üzüm şerbetleri, pestiller, gözlemeler… Her birinde emek, her birinde Anadolu’nun sıcaklığı var. Bu küçük kasaba, bağbozumunu sadece bir tarım etkinliği değil, bir kültür şöleni haline getirmiş.

Festivale katıldıktan sonra, rotamızı Mor Kuryakos Kilisesi’ne çevirdik. Gercüş’ün köylerinden birinde, sessiz bir tepenin yamacında duran bu tarihi yapı, yeni restore edilmiş haliyle adeta yeniden nefes alıyor. Taş duvarlarının arasında dolaşırken, hem geçmişin hem bugünün huzuru birbirine karışıyor. Mor Kuryakos, yalnızca bir ibadethane değil, farklı inançların yüzyıllardır aynı gökyüzü altında nasıl bir arada yaşadığının da sembolü.

Ve elbette Batman denince akla gelen o görkemli yapı: Malabadi Köprüsü.

İki şehrin —Diyarbakır ve Batman’ın— adeta “bizim” diye sahiplendiği, ama aslında ikisine de ait olan o muhteşem taş köprü… 12. yüzyıldan beri Dicle’nin üzerinde dimdik duruyor. Köprünün kemerine baktığınızda insan eliyle yapılmış bir mucizeyi izliyorsunuz. Sanki taşlar değil, zaman birbirine kenetlenmiş gibi. Gün batımında, köprüye vuran kızıl ışıkta Dicle bir ayna gibi parlıyor; insan ister istemez sessizleşiyor.

Bir sonraki durak Hasankeyf

Tarihin tam ortasında, 12.000 yıllık bir medeniyetin kalıntılarıyla karşı karşıya kalıyorsunuz. Taşınan eserler, Hasankeyf Müzesinin bahçesinde özenle sergileniyor; bu taşınma süreci başlı başına bir mühendislik başarısı. Eski şehir sular altında kalmadan önce, Zeynel Bey Türbesi gibi önemli yapılar tek parça halinde dev platformlar üzerinde yeni yerine taşınmış. Her biri, “kurtarılan bir tarih” gibi duruyor orada.

Hasankeyf’te bir tekne turu yaptık. Dicle’nin serin sularında süzülürken, sular altında kalan eski yerleşimin siluetleri suyun yüzeyinde beliren gölgeler gibi bize eşlik etti. Tekne kıyıya yanaştığında kaleye doğru tırmandık. Yukarıdan baktığınızda, bir zamanlar kralların yürüdüğü büyük saray, camiler, konaklar, ve bir ömrü taşlara işlemiş ustaların emeği gözlerinizin önünde canlanıyor.

Her basamakta bir çağ, her taşta bir hikâye var

Bu yolculuk benim için sadece bir gezi değildi; bir zamanda yolculuktu. Her adımda Anadolu’nun ne kadar zengin, derin ve kadim bir kültüre sahip olduğunu bir kez daha hissettim. Batman; üzüm kokusuyla, taş mimarisiyle, insanlarının içtenliğiyle, Dicle’nin o dingin akışıyla, bambaşka bir ruh taşıyor.

Kısacası;

Bu şehir, yalnızca gezilecek bir yer değil, hissedilecek bir yer.

Türkiye’nin kalbinde, medeniyetlerin izlerini taşıyan nadide bir mücevher.

Bir köşe yazarı, bir gezgin, bir lezzet meraklısı olarak içtenlikle söylüyorum:

Batman, her yönüyle görülmeye, yaşanmaya, anlatılmaya değer.

Onlarca medeniyetin izlerini taşıyan, 12.000 yıllık bir tarihin sessiz tanığını Batman‘ı Hasankeyf’i siz de görün.

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve favorilezzetler.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.