Her köy, kendi doğasıyla yoğrulmuş bir mutfak hikâyesi taşıyor. Bu hikâyeler, yalnızca karın doyurmuyor; geçmişin emeğini, coğrafyanın karakterini ve insanın doğayla olan kadim bağını anlatıyor.
Unutulmaya Yüz Tutmuş Tatların İzinde

Şehirleşme hızlandıkça, pek çok yöresel lezzet sessizce sofralardan çekildi. Ancak bugün, gastronomi turizmiyle birlikte yeniden doğuyorlar. Şehrin çevresindeki köylerde, tandır ekmeğiyle tereyağının buluştuğu sabah sofraları, keşkek kazanlarının başında toplanan eller ve keçi sütünden yapılan taze peynirler; hem kültürel miras hem de sürdürülebilir mutfak anlayışının simgesi hâline geliyor.
Doğallığın Lezzeti
Köy mutfağının en değerli sırrı sadelikte gizli. Hiçbir katkı maddesine, süslemeye ya da endüstriyel ürüne ihtiyaç duymadan, toprağın verdiğiyle yapılan yemekler, damakta unutulmaz bir iz bırakıyor.
Yeni nesil şeflerin bu özgün tatlara yönelmesi, yerel ürünleri yeniden sahneye taşıyor. Bahçeden toplanan sebzeler, taş değirmende çekilmiş un, odun ateşinde pişen yemekler.. her biri doğallığın lezzet felsefesini yaşatıyor.

Bir Sofra, Bir Hikâye
Her köy yemeği bir hikâyedir aslında. Anadolu’nun farklı bölgelerinde sofraya gelen her tabak; doğum, hasat, düğün veya bayram gibi yaşamın dönüm noktalarına tanıklık eder. Bir yörenin çorbası bile, o bölgedeki suyun sertliğinden, buğdayın türünden, hatta pişiren kişinin sabrından izler taşır.
Geleceğe Taşınan Miras
Bugün şeflerin, araştırmacıların ve gastronomi öğrencilerinin görevi, bu köy lezzetlerini yalnızca belgelemek değil, onları çağın mutfağına yeniden kazandırmaktır. Gelenekseli koruyarak yenilik yaratmak, bir anlamda geçmişin mutfak kültürünü geleceğe taşımaktır. Bir köy kahvaltısında içilen bir bardak taze süt, bir tandırın başında beklerken duyulan çıtırtı ya da zeytin ağaçlarının gölgesinde paylaşılan bir tabak zeytinyağlı… Hepsi bize aynı duyguyu hatırlatıyor.
Gerçek lezzet, köklerde gizlidir.
